Karma - Reenkarnasyon

Yazan Pandora
Dharma; evrenin değişmez kanunlarına ve adaletine verilen addır.
Başka bir deyişle orta yoldur. Evrenin ve insanların bir dharması
vardır.İnsanın kendi dharmasına “Svadharma” denir. Olması gereken
orta yoldan sapmalar olunca dharmadan uzaklaşılır ve bu bazı
olumsuzluklara neden olur.

Dharma’nın dışına çıkınca karmalar oluşur. Karmik yasa; etki-tepki
yani nedensellik yasasıdır. Doğada fiziksel etki-tepki prensipleri
nasıl geçerliyse, insan da doğanın bir parçası olduğundan; bu kural
insanoğlu için de geçerlidir. İnsanlar da doğal düzene tabidir.
Günümüz insanının en büyük yanılgısı, kendisini doğadan ayrı
görmesi, onun yasalarına karşı gelmesi ve tüm doğanın insanlığın
hizmetinde yönetilebilen bir şey olduğunu düşünmesidir. Bunun böyle
olmadığı, en basit bir örnekle yaşanan doğal felaketlerle
görülebilir. İnsanlık bu düşüncesinden dolayı doğayla adeta
savaşarak, kendi yaşadığı yerin sonunu hazırlamaktadır.

Karmayı anlamak için, düşüncelerin somut şeyler olduğunun farkına
varmamız gerekir. İlk evren maddeden değil, kozmik şuurdan
oluşmuştur. Madde, düşünce gücüne insanların fark ettiğinden daha
fazla karşılık verir. Çünkü irade gücü enerjiyi yönetir, enerji de
karşılığında maddeye tesir eder. Madde gerçekten enerjidir. İrade ne
kadar güçlü olursa, enerjinin kuvveti o kadar büyük olur ve sonuç
olarak enerjinin maddesel olaylar üzerindeki etkisi de o oranda
büyük olur. Bir eylem, eylemin arkasındaki enerji tipine ve gücüne
tam olarak karşılık veren bir tepkiyi evrenden davet eder. Enerji ,
manyetik bir alan oluşturur. Bu manyetik alan, eylemin sonuçlarını
kendine çeker.

Ego şuuru, bir kişinin hareketlerinin, kendisi için kişisel
sonuçları olacağını garantiler. Eğer çabuk sonuçlar almak için bir
düşünceye veya eyleme neden olan irade gücü yeteri kadar güçlü
değilse ya da hamlesi birbirine zıt diğer enerjiler tarafından
engellenirse, bu sonuçlar gecikebilir. Bununla birlikte er ya da geç
bedenin olsun, düşüncenin olsun ya da arzunun olsun; hareketin son
tepkimesini biçmesi gerekir. Bu, kendini tamamlayan bir çember
gibidir. Zaman unsurundan dolayı tepkileri alması gecikebilir.
Birey, bir takım güçler yayar, bu güçler evrende bazı direnç
katmanlarına çarparak bireye geri yansır. Bazıları çevrenin
etkisiyle geciktirilir, bazıları diğer kuvvetlerle karışır ve
etkisizleşir veya bir şekilde yönünü değiştirir; fakat sonuçta öyle
ya da böyle bireye ulaşır.

İnsan sadece karmanın belirlediğini yaşamaz; sürekli kendisi de
karma oluşturduğundan; geleceğinin büyük kısmının henüz
şekillenmediği ve belli olmadığı söylenebilir.

İnsanlar nadiren kendi hareketlerinin kötü olduğunu düşünürler.
Yaptıkları ne olursa olsun, onlara iyi niyetli gibi görünür. Eğer
diğerlerine ve böylece varlıklarının daha derin seviyesinde
uyumsuzluk yaratırlarsa; bu uyumsuzluk dalgaları uyumsuzluk şeklinde
kendilerine geri dönecektir. Her hareket, her düşünce karşılığında
oluşan ödüllerini biçer. İnsanın acı çekmesi, Tanrı’nın insanoğluna
olan öfkesinin işareti ya da Tanrı’nın insanlar için önceden
hazırladığı bir senaryo değildir. Acının, insanoğlunun ilahi yasa
yani dharma hakkındaki bilgisizliğinin bir işareti olduğunu söylemek
daha doğru olur. Yasa, işleyişinde sonsuza dek şaşmaz.

Eğer mutsuz isek; bu sadece mutsuzluk ektiğimiz anlamına gelir.
Başka kimse bizim için mutsuzluk yaratmaz. Elbette ekmekle biçmek
arasında bir boşluk vardır ve bu boşluk nedeniyle başka birinin
sorumlu olduğunu düşünürüz ya da başımıza gelenlerin nedenini bir
türlü anlayamayız. Bu boşluk bizi yanıltır. Geçmişte kendimizin ne
yaptığımız hakkında hiç bir fikrimiz yoktur ve aniden birşey
biçmemiz gerektiğinde ve bunu nereden geldiğinin anlayamadığımızda
doğal olarak dışarıda bir neden aramaya başlarız. Eğer bir neden
bulamazsak birşey icat ederiz. Fakat tüm karma teorisi budur yani ne
ekersek onu biçeriz.

Yaşamımızın tüm sorumluluğunu üzerimize almamız gerekir.
Başlangıçta “Bu cehennemin nedeni benim” düşüncesini kabul etmek
zordur. Fakat bu kabul edilirse çok geçmeden bu değişim kapılarını
açmaya başlar ve kendi cehennemimizi yaratabiliyorsak,cennetimizi de
yaratabileceğimizin farkına varırız. Sorumluluk özgürlük getirir,
yaratıcılık getirir. Her ne isek bunu kendimizin yarattığını
gördüğümüz an, tüm dış nedenlerden ve şartlardan kurtulmaya
başlarız.

Bireysel karmalar olduğu gibi toplumsal karmalar da vardır. Fiziksel
ya da zihinsel olsun, bir birey ya da bir grup, bir millet ya da
milletler grubu tarafından yapılmış olsun, karma eylemdir. Bir
bireyin kitle karmasından etkilenip etkilenmemesi kendisinin
bireysel karma gücüne bağlıdır. Örneğin düşen bir uçakta ölenlerin
hepsinin ölmelerini gerektiren karmaların olması gerekmez. Bu
felakette sadece çoğunluğun karması, yaşayacak azınlıktan daha güçlü
olmuş olabilir. Öte yandan yaşamak için yeteri kadar güçlü karması
olanlar , ya düşme anında ya da ilk etapta bu uçağa binmekten
alıkonarak kurtulabilirler. Ulus karması, insanların bir bütün
olarak kozmik yasalarla uyum sağlama derecesine bağlıdır.

Karma, ceza kavramıyla çoğu kez karıştırılmaktadır. Karma ceza
değil, sadece harekettir. Hareket birçok şekillerde olabilir.
Doğuştan, iyi,kötü, ya da iyiyle kötü arasında geçiş olarak hizmet
veren nötr hareket olabilir. Evrenin kendisi Hindu kitaplarına göre
üç niteliğin bir karışımıdır; iyi, harekete geçirici ve kötü. Sattwa
guna denilen iyi nitelik, şuuru Tanrı’daki kaynağına doğru
yükseltir. Harekete geçirici, rajas veya raja guna, mutlaka harekete
geçirici olmasa da insanları ego yararına olan harekete doğru iter.
Kötü gunaya ise tamas denir. Kötüdür çünkü anlayışı karartır.

Çoğu insanoğlu dünyasaldır. Kişisel kazanç için hareket ederler. Çok
az insan bunu diğerlerini incitme isteği ile yapar; çok az insan
gerçekten kötüdür.

İstemeyerek, yani yanlış olduğunun farkına varmadan yaptığımız
hareketler yasanın dışında değildir. Cehalet, yasayı değiştirmez.
Eğer bir kişi arabasını dalgın bir şekilde ağaca sürerse, sonrasında
gelen yaralar, sırf onun dalgın olmasından ötürü daha az olamaz.

Cehennem ve cennet sanıldığı gibi yukarılarda değil, burada bizim
yanıbaşımızdadır. Dünyada bir kaç yıl süren davranışların ebedi bir
cezayı hak etmesi anlamsızdır. Sonu olan bir nedenin, sonsuz bir
sonucu olamaz. Bu durum en başta değişmez doğa ve evren kanunlarına
aykırıdır.

Kötü karmadan kaçmanın yolu sanıldığı gibi hareketsizlik değildir.
Bizim kötü karmalarımıza neden olan şey zihnimizin bize oynadığı
oyunlar yani kama manas’tır. Dizginleri ele alarak, zihnimizdeki
düşünceleri kontrol altına almamız gerekir. Arzularımızı özellikle
dünyasal arzularımızı frenlememiz şarttır. Arzuların hepsi kötü
değildir, iyi olan şeyleri arzulamak kötü karmalar yaratmaz; burada
önemli husus orta yolu bulmaktır. Arzuları hırs haline
getirmemelidir. Çünkü bu şekilde oluşturulan her enerji bize geri
dönmek zorundadır. Bu arzularımızı geçekleştirebileceğimiz tek yer
dünya olduğundan; bu arzular yani karmalar bizi dünyasal plana geri
çeker. Böylece ölümden sonra tekrar dünyasal plana enkarne olma
sağlanmış olur. Bu şekilde de reenkarnasyon zinciri başlar. Çünkü
tüm karmanın ya da etkilerin tüm tepkilerinin bir ömürde
tamamlanması imkansızdır. Hayatın bir çok ömürden oluştuğu gerçeği,
birçoklarının tam tersini savunmasına rağmen bizzat Kur’an-ı
Kerim’in kendisinde çok açık bir biçimde geçmektedir.

Neden bir bebek sakat doğar? Bunu sadece reenkarnasyon tatmin edici
bir biçimde açıklamaktadır. İnsanlar onu tatlı, masum bir bebek
olarak görmüşlerdir. Ancak geçmiş yaşamının birinde bu kişinin
dharmanın bir yasasını çiğnemiş olması gerekir. Bu ihlal, onu iyi
bacaklara sahip olma şuurundan mahrum eder. Bu yüzden yani zihin
bedeni kontrol ettiğinden, bu kişi fiziksel bir bedene geri geldiği
zaman bir çift kusursuz bacak oluşturamamış ve sakat doğmuştur.

İnsanların farklı kültürlere doğması, farklı şanslara sahip olması,
bedenlerinin farklı ya da eksik olması, zengin ya da fakir
doğmaları, aptal ya da akıllı olmaları gibi şeyler eğer nedensiz
olsaydı; o zaman dharmanın adil bir yasa olduğundan söz edilebilir
miydi? Ama bir neden vardır ve şu an ne olduğumuz, geçmişin çeşitli
zamanlarında oluşan hareketlerimizin sonucudur. Zaten farklı
imkanlara sahip iki kişi adil olarak yargılanamaz.

Ruhsal yanımızda ölümsüzüz ama kişiliklerimizdeki kusurların hepsi
silininceye ve de gerçekten erdemli bir insan oluncaya kadar bu
ölümsüzlük şuurunu geri isteyemeyiz. Kendi üstümüzde çalışmak, saklı
şekil kendini tüm kusursuzluğu içinde gösterinceye kadar bir heykel
üstündeki taşı tıraşlayıp cilalamaya benzer.

Ego, fiziksel bedeni şekillendirir. Bu fiziksel doğumun sonucu
değil, nedenidir. Ego, fiziksel ölümden sonra alıkonan astral
bedenin bir unsurudur. Fiziksel beden sadece egonun maddesel dünya
içindeki yansımasıdır. Yalnızca ölmek gibi basit bir eylemle
Tanrı’ya erişilemez. Ölmek kolaydır, kendimiz isteyerek bile
gerçekleştirebiliriz. Ayrıca kendimizi öldürmemiz, yapmamız gereken
sınavdan kaçmaktır; böylece sınavı uzatmış oluruz. Ancak ruhun
sonsuzluğa geri karışıp birleşebileceği yüksek şuur seviyesine
erişmek çok zordur. Ölümsüz olan birey tarafımız, Tanrı’nın bir
parçasıdır ve biz kendimiz yeterince temiz olana dek tekrar onun bir
parçası olamayız.

Herkesin ruhsal tekamül derecesi farklıdır. Evrendeki ruh sayısı
değişmez ve herkes kendi karmasını karşılayabileceği uygun zamanda
dünyasal plana geri gelir. Buradaki dünyasal plan kavramı sadece bu
yaşadığımız dünya da olmayabilir. Aslında ruh varlığı mükemmeldir ,
insanın astral plana beraberinde götürdüğü ego şuurudur. İnsanın
ölünce astral planda ne kadar kalacağı belli değildir. Gelmesi uygun
olan dönemi bekler. Evrende her şey titreşimden oluşmuştur ve astral
planda da değişik titreşim seviyeleri vardır. Eğer insan iyi işler
yapmışsa ve karması çok değilse; o zaman yüksek titreşimli yüksek
astral planlara gider ve orada zamanını bekler. Astral plan süptil
bir maddeden oluşur ve zihnimizde ne varsa orada onun şekillenmesi
çok kolaydır. Bu nedenle kötü karması olanlar düşük titreşimli düşük
planlarda kalırlar ve kafalarında dolanan tüm kötü şeylerle
karşılaşırlar.

Bu planlar sanıldığı gibi yukarıda ya da aşağıda değildir. Onlar
bizim yanımızdadır. Bunlar, fiziksel vizyonumuzun tam arkasındadır.
Bir kişinin astral planda ne kadar uzun kalacağı, dünyada ne kadar
iyi yaşadığına bağlıdır. İyi karması olanlara orada uzun asırlar
kalabilir. Öte yandan aydınlanma arzusu ile teşvik edilenler, ruhsal
çabalarına devam etmek üzere dünyaya en kısa zamanda geri dönmeyi
isterler. Çünkü onlar, astral dünyanın aslında Tanrı’nın ardına
sakladığı bir peçe olduğunu bilirler.

Fiziksel düşünce anında, esirde bir ışık parlaması olur. Fiziksel
yeniden doğuşu bekleyen diğer dünyadaki ruh varlıkları, bu ışığın
titreşimleri kendilerininkine uygun olduğu zaman hızla ona doğru
giderler. Böylece yeniden doğuş gerçekleşir. İyi kişiler her zaman
iyi ailelere doğmayabilir. Bu durum; kişinin karşılamak zorunda
olduğu karmasının niteliklerine bağlıdır. Ya da avatar olanlar gibi,
sadece bazı görevleri yerine getirmek için iyi olmayan ortamlara
doğanlar da vardır.

Geçmiş enkarnasyonlarımızı hatırlamamamızın sebebi; hafızamızın kama
manas’ta tutuluyor olmasından ileri gelir. Bu durum mitolojide,
yeniden doğacak kişilerin “Lethe ırmağı”nda yıkanarak eski
hayatlarını unutması ile sembolleştirilir. Kama manas, bizim ölen
kişilik tarafımızdadır. Eğer birşeyleri iyi yaparak bunu
içselleştirebilirsek, o zaman geçmiş tecrübelerimizi geleceğe
taşımamız mümkün olur. Evrim süreci kaçınılmazdır ve herkes sonunda
Tanrısallığı şu veya bu şekilde yakalayacaktır. Farklılık zamandan
ileri gelir. Reenkarnasyon zincirinin kırabilmek ve bu dünyadaki
acılara sürekli maruz kalmamak için kendimizi geliştirmeli ve evrim
sürecimizi hızlandırmalıyız. Zihnimizi kontrol etmeye
başladığımızda; bu durumunu ödülü sadece bu dünyada değil; fiziksel
ölüm sonrasındaki astral planda da gelecektir.

Karmadan kaçmanın yolu hareketsizlik değildir. Tam aksine hayatın
içine dalmalıyız. Ama erdemli bir şekilde ve orta yolda ilerlemek
şartıyla. Orta yoldan her sapma bizde kötü bir karma oluşturacak ve
reenkarnasyon zincirimizin uzamasına sebep olacaktır.

Bhagavad-Gita’da Krishna; hareketten kaçınarak kimsenin karmadan
kaçamayacağını öğretir. Ama bu arada karmadan kaçmak için önemli bir
metod da verir. Metodun tavsiye ettiği nishkam karma dır.Yani
hareket meyveleri için arzusuz hareket yani arzu olmadan harekettir.
Hareket ederken aslında hareket edenin biz değil de Tanrı olduğunu
düşünürsek, hata yapmamız zorlaşır. Çünkü biz de Tanrı’nın bir
parçasını taşıyoruz, aynı zamanda da dharmanın bir parçasıyız.
Arzusuz hareket edince birçok insan otomatikleşeceğini, yaşama karşı
ilgi duymayacağını düşünür. Ama tersine hayatı sınırsız şekilde daha
ilginç bulurlar. Arzusuzluk motivasyon çalmaz.

Eylem hakkında Krishna şöyle demektedir:

“ İnsan eylemsizlik özgürlüğüne hiçbir şey yapmadan ulaşamaz, sırf
herşeyden vazgeçmekle yüce olgunluğa erişmez. Çünkü insan bir an
bile eylemsiz duramaz. Doğanın güçleri herkesi çaresiz bir biçimde
eyleme iter. Kendini eylemlerden çeken ama gönlünde durmadan o
eylemlerin zevklerini canlandıran kişi kendini aldatmaktadır, o kişi
yolun sahte yolcusudur. Hiç bir şeye köle olmadan , zihnin güçlerini
uyum içinde tutarak Karma Yoga ( Doğru Eylem) yolunda, kutlu işler
yolunda yürüyen kişi ne büyüktür. Eylem, eylemsizlikten daha iyidir,
onun için hayatta ödevini yap. Dahası eylem olmazsa beden de canlı
kalmaz. Dünya eylemin esiri olur, eğer eylem kutlu olmazsa.
Eylemlerin saf ve arzuların kementine takılmamış olsun.”

Bhagavad-Gita’da dharma-karma ve reenkarnasyon hakkında bir çok sır
verilmiştir. Bu kadar çok ezoterik bilginin bir arada verilmesinden
dolayı bize eşsiz bir kaynak gibi görünmektedir.

Kaynaklar:

· “Bilgeliğe Yolculuk” Paramhansa Yogananda

· "Gizli Doktrin" Helena Petrovna Blavatsky

· "Bhagavad-Gita"