Acıları Kabul Edelim..

          

    Karşılaştığınız sıkıntıları, yolunuz aydınlatan ilahi bir yardım
olarak
kabul ediniz.

Bütün tabiat, deneyimini gerçekleştirmesi için insana yardım
etmektedir.

Buğday tanesini una çevirmek için, taneyi değirmen taşlarının arasına
koyarlar.

Sofraya ekmeğin gelmesi için hamur haline gelen un, kızgın fırından
geçer.

Binanın ayakta durması için, tuğlalar kendilerini feda ederler.

Güzellik ve estetik sunabilmek için, ham olan taş yontulmaya izin
verir.

Gelişmeye yardımcı olmak için metaller yüksek fırına girip erimeye
razı
olurlar.

Karşı karşıya kaldığın zorluklar için lanet okuma.

Hayat okulunda acıdan korkma, hayatın gerçeklerini sükunetle kabul
et.

Görüntüye aldanma.

Hayatın zorlukları karşısında, bencilliğini unutarak ruhundan gelen
gücünü
kullan.

BAŞARACAKSIN.



F.C. Xavier



   KUTSAL BİR HİNDU HİKAYESİ

Yaşamın Sırrı
KUTSAL bir Hindu metninde anlamlı bir hikaye anlatılır. Olaylar
sonsuz bir çölde başlar. Tanrı ile Narada adlı bilge yan yana
yürürlerken gözleri engin boşluğa dalar. Bir süre sonra Narada
Tanrı’ya dönüp sorar: ‘Ey yüce Tanrım, bu dünyanın ve orada yaşayan
bütün yaratılmışların hayatının görünümlerinin ardındaki sır nedir?’
Tanrı gülümser ve susar.
Yola devam ederler. ‘Evladım,’ der bir süre sonra Tanrı ve ufka
bakar, ‘Güneşin sıcağı beni susattı. Bu yoldan biraz daha gidersen
bir ırmak bulacaksın. Irmağı takip et, bir kasabaya geleceksin.
Oradaki evlerden birine git ve bana bir bardak soğuk su getir.’
‘Hemen,’ der Narada ve yola koyulur.
Bomboş arazide dakikalarca yürüdükten sonra gerçekten bir ırmağa
gelir. Irmağın öte yanında bir yerleşim alanı vardır. Narada derli
toplu görünen bir çiftlik evine yaklaşır ve eski tahta kapıyı çalar.
Kapı genç, güzel bir kız tarafından açılır. Gözleri ışıklar saçmakta
ve Narada’nın gördüğü diğer kadınların gözlerine hiç
benzememektedir. Kızın gözleri ona Yüce Tanrı’sının gözlerini
hatırlatır. Narada bu gözlerin içine baktığı anda Tanrı’nın
talimatını ve oraya geliş amacını unutur.
Kız onu içeri davet eder ve ikramda bulunmak ister. İçeride, kızın
annesiyle babası bu bilge kişinin gelişini bekliyor gibidirler.
Narada için en nadide yiyecekler hazırlanmıştır. Hiç kimse oraya
neden geldiğini ve ne istediğini sormaz. Uzun yıllar önce
aralarından ayrılıp uzaklara gitmiş eski bir dost, sanki şimdi geri
dönmüş gibidir.
Narada bu dost canlısı ailenin evinde birkaç gün kalır. Kendisine
gösterilen konukseverlikten çok memnundur ve genç kızın güzelliğine
gizli bir hayranlık beslemektedir. Bir hafta böylece geçip gider,
ardından iki hafta daha geçer. Narada çiftlikteki günlük işlere
katılmaya başlar ve kısa bir zaman sonra aile, orada sürekli bir
misafir olarak kalmasını ister. Narada bunu sevinçle kabul eder ve
bir zaman daha geçer. Nihayet, rüya gibi geçen günlerin sonunda
Narada evin kızı ile evlenme arzusunu dile getirir. Baba çok
memnundur. Dediğine göre herkes bunu ümit etmiştir.
Narada ile genç kız mutluluk içinde evlenerek aynı eve yerleşirler.
Çok geçmeden bir erkek çocukları dünyaya gelir, ardından bir erkek
çocuk daha doğar ve sonunda bir de kızları olur. Narada kasabada
küçük bir dükkan açar ve kısa sürede işini büyütür. Eşinin annesi ve
babası öldüğünde ailenin reisi artık o olmuştur. Zaman akar gider,
kasaba halkı mali işlerde Narada’nın rehberliğine güven duymakta,
hatta giderek kendisinden kişisel tavsiyeler de istemektedirler. Çok
geçmeden belediye meclisinde yüksek bir göreve getirilir. Hayatı,
kaçınılmaz olarak, bir kasabada yaşamanın verdiği doğal sevinçler ve
üzüntülerle doludur. Böylece hayat anlamlı ve başarılı bir şekilde
yıllarca sürüp gider.
Derken muson yağmurları mevsiminde bir sabah gökyüzü kararır ve
görülmemiş şiddette bir fırtına ile yağmur yağmaya başlar. Çok
geçmeden ırmak taşar ve sular öyle yükselir ki, sel baskını
tehlikesi doğar. Evler olduğu gibi sulara kapılıp gitmektedir.
Akşama doğru fırtınanın dinmeyeceği ve kasabayı kurtarmanın bir yolu
olmadığı anlaşılmıştır. Narada, kasaba halkını uyardıktan sonra
ailesini toplayarak gecenin karanlığında yollara düşer. Kendilerine
daha yükseklerde güvenli bir yer bulmayı ümit etmektedir. Eşi ve iki
oğlu kasırga şiddetiyle kükreyen rüzgara karşı direnirken ona
sımsıkı sarılmışlardır. Küçük kızını da göğsüne bastırmıştır.
Rüzgar korkunç bir şekilde esmekte ve sel suları git gide
yükselmektedir. Narada karşılarına bir duvar gibi dikilen yağmurda
ilerlemeye çalışırken birden ayağı takılır. Azgın tabiat kuvvetleri
oğullarından birini babasının kollarından koparıp alır. Onu
yakalayacağım derken diğer oğlunu da elinden kaçırır. Hemen ardından
şiddetli bir rüzgar küçük kızını bağrından çekip alır ve sonunda
sevgili karısı da sel sularına kapılarak uğuldayan karanlığa
karışır.

NARADA çaresizlik içinde feryat eder ve ellerini göğe açıp, acıyla
kıvranır. Ancak feryatları o korkunç gecenin derinliklerinden doğan
dev gibi bir dalganın içinde duyulmaz olur. Dengesini kaybetmiş ve
bayılmıştır. Bedeni azgın sularla oradan oraya çarparak ırmakla
birlikte sürüklenir.
Saatler geçer, hatta belki de günler. Narada acılar içinde yavaş
yavaş kendine gelir, neredeyse çıplak ve yarı ölü bir vaziyette
ırmağın çok daha aşağılarında bir kumsala sürüklenmiş olduğunu fark
eder. Şimdi gün aydınlanmış, fırtına dinmiştir. Ancak ortalıkta
ailesinden en ufak bir iz olmadığı gibi, başka bir canlı da
görünmemektedir.
Narada kumların üstüne yüz üstü düşüp dakikalarca kımıldamadan
yatar. Her yanı ağrımaktadır, tek başına kalmıştır, üzüntü ve terk
edilmişlik duygusundan deliye dönmüştür. Irmakta önünden enkaz
yığınları sürüklenmekte, havada ölümün kokusu duyulmaktadır. Artık
her şeyi elinden alınmış, hiçbir şeyi kalmamıştır. Sevdiği ve değer
verdiği ne varsa suların girdaplarında yitip gitmiştir. Ağlamaktan
başka yapacak bir şey yok gibidir.
Derken, Narada aniden bir ses duyar: ådeta damarlarındaki kanı
donduran bu ses, ‘Evladım, senden istediğim bir bardak soğuk su
nerede?’
Narada döner ve hemen yanı başında duran Tanrı’yı görür. Irmak
kaybolmuştur ve onlar yine sonsuz bir çölde yalnızdırlar. Tanrı bir
daha sorar: ‘Suyum nerede? Tam beş dakikadır bekliyorum burada.’
Bilge, Tanrı’sının ayaklarına kapanır ve kendisini affetmesi için
yalvarır. ‘Ah, unuttum!’ diye durup durup feryat eder. ‘Yüce Tanrım,
unuttum! Beni bağışla!’ Tanrı gülümser ve şöyle der: ‘Peki Narada,
dünyanın ve üzerinde yaşayan bütün yaratılmışların görünümlerinin
ardındaki sırrı şimdi anlıyor musun?



Sınav

“Sınav” terimi Neo-spiritüalist görüşle,”insan ruhunun tekamülü
için,geçmişteki hatalarını tekrarlamama kudretini gösterebilmesi
için ve bunun ölçülmesi için,geçmişteki hareketlerinin İlahi İrade
Yasaları gereklerince belirlenen sonuçlarına göre, Yüksek İdare
Mekanizması tarafından planlanıp düzenlenen, insanın karşısına
çıkarılan olaylar” olarak tanımlanabilir.

Tanımından da anlaşılacağı gibi, sınav niteliği taşıyan her olay ya
da olaylar dizisi kişinin hem geçmişiyle(şimdiki yaşamıyla ve geçmiş
reenkarnasyonlarıyla) ilgilidir, hem de geleceğini
ilgilendirmektedir. Çünkü sınav niteliği taşıyan her olay ya da
olaylar dizisi geçmişte yaptığı hareketlerin bir sonucu olarak
karşısına çıkmakta olup, sınavda başarılı olup olamaması da
mukadderatının belirlenmesinde bir etken olmaktadır (Bir sınavda
başarılı olamayan kimse kendisine aynı sınavla bir kez daha
karşılaşmak mukadderatını hazırlamış demektir ) . Konu bir örnekle
sanırım daha açık ve anlaşılır olacaktır: Gittikçe zorlaşan yaşam
koşullarının baskısına dayanamayıp intihar eden, böylece bir yasanın
gereğine aykırı hareket ederek bu önemli sınavını başaramamış bir
kimseyi ele alalım: Kurtuluşu kaçmakta (-ki bu hareketiyle
ıstıraplardan kaçacağını sanan bu kişi spatyumda tadacağı
ıstırapların,vicdan azabının derecesini bilebilseydi, dünyada
kalmayı yeğlerdi-) gören bu kişi geçmiş yaşamında (önceki
reenkarnasyonunda) da aynı hatayı yapmış olduğundan, yaşam
koşullarının gitgide zorlaşacağı bir yaşam planıyla doğmak
zorundaydı. Fakat şimdiki yaşamının sınavında da başarılı olamamış
olduğundan, bir sonraki yaşamında da aynı sınavla karşılaşacaktır.
Bu, her türlü zorluğa rağmen kendini öldürmeme kudretini
gösterebilmesine dek sürecektir.

Dünya gezegeni okulunda sınavlar varlıkların kudret ve ihtiyaç
derecelerine göre, gruplara ayrılarak “sınıflar”a ayrılır. Dünya
denilen bu okula burayı bitirmek üzere gelen her varlık da bu okulun
tüm sınıflarından sırasıyla geçmek ve en azından temel derslerinin
sınavlarından başarıyla geçmek zorundadır. İşte bu bakımdan, Yüksek
İdare Mekanizması’nın insanların tekamül durumlarını ölçme
yöntemlerinden biri olan sınavlar , aynı zamanda, insanlar açısından
da, herhangi bir dersi öğrenmiş olup olmadıklarını Yüksek İdare
Mekanizması Hiyerarşisine kanıtlama olanaklarıdır. Kimsenin kimseyi
cezalandırmadığı kainatta, sınavında başarılı olamayan hiçbir
varlığa da hiç kimse .ceza vermez. Fakat insan, sınavlarında
başarısız oldukça yolunu uzatmakta, başarılı oldukça yolunu
kısaltmaktadır Dağın zirvesine kimileri kestirmeden
gitmekte,kimileri de uzun yollardan dolana dolana gitmektedir.“Dünya
gezegeni okulu”nda kimi çalışkan öğrenciler sınıflarını birkaç
reenkarnasyonda “teşekkür” alarak geçmekte ,kimi haylaz,tembel
öğrenciler ise her sınıfı 10’larca reenkarnasyonda zar zor
geçebilmektedir.

Kimileri karşısına çıkan sınav niteliği taşıyan bir olayın sınav
olduğunu anlamamakta ve sınavı başaramamakta, kimileri o olayın
sınav olduğunu anlamamakla birlikte sınavda başarılı olmakta,
kimileri o olayın sınav olduğunu anladığı halde sınavı
başaramamakta, kimileri ise karşısına çıkan her olayın muhakkak bir
sınav olmayabileceğini bilmekle birlikte, bir sınav olabileceği
olasılığını gözönünde bulundurarak sınavlarında genellikle başarılı
olmaktadır.

Sınav niteliği taşıyan olayların Yüksek İdare Mekanizması tarafından
yer ,zaman ve koşullar gözönünde bulundurularak düzenlenmesi
sayesinde,sınavı geçirecek varlıklarla sınava konu olacak varlıklar,
en ufak bir adaletsizliğe meydan verilmeden karşı karşıya
getirilirler; öyle ki, bir varlığın bir başka varlıkla sınanması
olayında, sınavı geçiren varl��ğın iradesini özgürce kullanması ve
başarılı olup olmaması, sınava konu olan varlığın tekamülüne aykırı
ya da mukadderatı dışında bir müdahale oluşturmaz. Bu konuda
verilecek şu üç örnek sanırım konunun daha iyi anlaşılmasını
sağlayacaktır:

1- Bir doktorun hastahanede yatan,ölümü yaklaşmış hastasının sağlık
durumunu her gün belirli saatlerde kontrol etmesi gerekmektedir.
Saati geldiği halde o doktor, hastasını kontrol edeceğine tavla
oynamaya devam eder. Uzun süredir yenemediği rakibine karşı bu kez
avantajlı durumdadır, oyunu bitmeden yerinden kalkmaya hiç niyeti
yoktur. Bir süre sonra oyunu biter, hastayı kontrole gider. Hasta
gerekli kontrol gereken zamanda yapılmadığı ve zamanında müdahale
edilemediği için ölmüştür. Hasta gerekli kontrol yapılsa ve müdahale
edilse de, o gün yine, biraz geç de olsa, ölecekti. Fakat onun zaten
o gün ölecek olması o doktorun hatasını ilahi yasalar bakımından
hafifletmez. Böylece ölecek olan kişi doktora bir sınav olanağı
sağlamış,doktor ise sınavda başarılı olamamıştır. Fakat bu arada,
doktorun özgür iradesiyle yapmış olduğu hata öteki varlığın
tekamülüne aykırı veya mukadderatı dışında bir müdahale
oluşturmamıştır.

2-İri olmasına güvenerek sürekli insanları iten kakan, hakaret ve
küfür eden bir insanı ele alalım. Dayak yemesi mukadder olmuştur.
İçi tıka basa dolu bir otobüste doğu savaş sanatlarında kara kuşak
sahibi olan ve bir sınav geçirmesi gereken birine kabaca ”amma
yapıştın be, açılsana ulan” diye bağırarak onu eliyle iter. Oysa
zaten sıkış sıkış otobüste öteki kişi ileri gidecek ve ona yer
açacak durumda değildir. Kendisini iten kimsenin bela aradığını ve
bunun kendisi için bir sınav olabileceğini anlayan müdrik(idrakli)
kimse, haklı olduğu ve onu dövebileceği halde sesini çıkartmaz ve
ona karşılık vermez. Beş dakika sonra aynı adam bu kez ufak tefek
yapılı başka bir kimseye benzer bir davranışta bulunur. Fakat bu
ikinci kişinin bela arayan adamdan daha iri bir arkadaşı aynı
otobüste bulunmaktadır ve çıkan tartışma sonucu bela arayan adam
ondan dayak yer.. Bela arayan adamın o sıralar dayak yemesi zaten
mukadder hale gelmişti. Fakat o bu kaçınılmaz akibetini yaşarken
diğer insanlara sınav oluşturacaktı. Nitekim sataştığı birinci kişi
onu dövmeyerek sınavını başarmıştır.

3-Aklı eren bir çocuk çok miyavladığı için yaralı bir kediyi
öldürmüştür. Çocuk kediyi boğmakla eprövünde yanlış bir adım
atmıştır,öldürmeseydi doğru adım atmış olurdu. Aslında önüne çıkan
kedinin o tarihte öleceği zaten belirlenmiş, kesinleşmişti. Çocuğun
da o kediyle karşılaşması kesinleşmişti (mukadder hale
gelmişti).Fakat kedinin o çocuk tarafından öldürülmesi mukadder
değildi. Yani çocuk kediyi öldürmese de, o kedi şu ya da bu sebeple
(frene basmayan zalim bir şoförün aldırmaz tutumu yüzünden bir araba
lastiği altında ezilerek veya bir köpek tarafından parçalanarak vs.)
o gün ölecekti. Çocuk sınavını başarsaydı, o kediyle bu kez belki
bir şoför sınanacaktı. Kediyi öldürüp öldürmeme sınavıyla karşılaşan
herkes sınavında başarılı olup kimse kediyi öldürmese de, yaralı
kedi zaten o gün eceliyle ölecekti.... Sevgilerle...